Author: Beste Kalfaoglu
Masal kutusu – 1 Ocak – Saka Kuşunun Takvimi.
Başta görme engelli çocuklar olmak üzere tüm masal dinlemeyi seven çocuklar için,
evdeki kitapları kurcaladım ve masal okumaya başladım.
Sesimin masal dinlemeyi seven tüm çocuklara ulaşması dileğiyle.
Beste Teacher
Nefes alış-veriş ritmi, hafızayı ve korkuları etkiliyor
Sonuçları Journal of Neuroscience dergisinde yayımlanan çalışmada, Northwestern Üniversitesi’nden bilim insanları ilk kez, nefes alış-veriş ritminin, insan beyninde duygusal değerlendirme ve hafızayı güçlendiren elektriksel aktivite oluşturduğunu keşfettiler.
Davranışlar üzerindeki bu etkiler, nefesinizi burundan ya da ağızdan alıp vermenize bağlı olarak değişiklik gösteriyor.
Çalışmada, kişiler, korkmuş bir yüzle eğer nefes alma anında karşılaşmışsalar, bu yüzü nefes verme anına kıyasla daha hızlı tanımlayabiliyorlardı.
Northwestern Üniversitesi Feinberg Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim görevlisi Christina Zelano, “Bu çalışmada elde edilen en önemli bulgulardan biri, nefes alma sırasında, amigdala ve hipokampusta, nefes vermeye göre daha belirgin bir beyin aktivitesi gerçekleşmesidir. Nefes aldığınızda, limbik sistemin tamamında, koku korteksi, amigdala ve hipokampusta nöronların canlandığını keşfettik.” şeklinde konuştu.
Ameliyattan bir hafta önce, krizlerinin nedenini belirlemek için 7 epilepsi hastasının beynine elektrotlar yerleştirildi. Kaydedilen elektriksel sinyaller, beyin aktivitesinin soluk alma sırasında dalgalanmalar gösterdiğini ortaya koydu. Söz konusu aktivasyonlar, beynin duygular, hafıza ve koku merkezlerinde meydana geldi. Bu bulgu, araştırmacıları, söz konusu beyin bölgeleriyle ilişkili, özellikle korku işleme ve hafıza, bilişsel fonksiyonlarının da nefes alma ritminden etkilenip etkilenmediği sorusunu sormaya yönlendirdi.
Amigdala, duygusal işleme merkezidir. Özellikle de korku ile ilişkili duygularda… Dolayısıyla bilim insanları, yaklaşık 60 kişiden, nefes ritmlerini kaydederken laboratuvar ortamında duygusal ifadeler konusunda hızlı kararlar vermelerini istediler. Katılımcılara, korku ya da şaşkınlık ifadesi gösteren yüz fotoğrafları gösterilerek, gösterilen yüz fotoğraflarında mümkün olan en kısa sürede hangi duygusal ifadenin bulunduğunu belirlemeleri istendi.
Nefes alma sırasında kişiler, korkulu yüz ifadelerini, nefes verdikleri ana göre çok daha hızlı tanımladılar. Çalışmaya katılan kişiler, ağızlarıyla nefes alırken aynı görevi yerine getirdiğinde bu etkilerde ciddi oranda azalma görüldü. Dolayısıyla, bu etkinin yalnızca burundan soluk alma ile ilişkili olduğu anlaşıldı.
Hafıza işlevini hipokampusa bağlı değerlendirmeye yönelik diğer bir deneyde ise, katılımcılara bilgisayar ekranından bazı nesnelerin resimleri gösterildi ve onları hatırlamaları söylendi. Araştırmacılar, görüntülerin nefes alma sırasında gösterilmesi durumunda daha iyi hatırlandığı bulgusuna ulaştılar.
Bulgular, hızlı nefes almanın, tehlikeli bir durum içerisindeki insan için bir avantaj olabileceğini ortaya koyuyor.
Zelano, “Eğer panik halindeyseniz solunum ritminiz daha hızlı olur.” dedi. “Dolayısıyla, sakin halinize kıyasla panik halinizde nefes almak için daha fazla süre geçirirsiniz. Böylece, hızlı nefes almayla vücudunuzun korkuya verdiği iç tepki, beyin fonksiyonlarınızda olumlu bir etkiye neden olur ve çevredeki tehlikeli uyarana karşı daha hızlı tepkiler oluşturmanızı sağlar.”
Araştırmanın bir diğer amacı, meditasyonun temel mekanizmaları veya odaklanılmış solunum üzerinde durmaktadır. Zelano, “Nefes aldığınızda, bir anlamda limbik ağı boyunca beyin salınımlarını, solunum ritminizle senkronize ediyorsunuz” dedi.
Bu çalışma, Ulusal Sağırlık ve Ulusal Sağlık Enstitüleri İletişim Bozuklukları Enstitüsü’nün R00DC012803, R21DC012014 ve R01DC013243 hibeleriyle desteklendi.
Rhythm of breathing affects memory and fear
CHICAGO — Northwestern Medicine scientists have discovered for the first time that the rhythm of breathing creates electrical activity in the human brain that enhances emotional judgments and memory recall.
These effects on behavior depend critically on whether you inhale or exhale and whether you breathe through the nose or mouth.
In the study, individuals were able to identify a fearful face more quickly if they encountered the face when breathing in compared to breathing out. Individuals also were more likely to remember an object if they encountered it on the inhaled breath than the exhaled one. The effect disappeared if breathing was through the mouth.
“One of the major findings in this study is that there is a dramatic difference in brain activity in the amygdala and hippocampus during inhalation compared with exhalation,” said lead author Christina Zelano, assistant professor of neurology at Northwestern University Feinberg School of Medicine. “When you breathe in, we discovered you are stimulating neurons in the olfactory cortex, amygdala and hippocampus, all across the limbic system.”
The study was published Dec. 6 in the Journal of Neuroscience.
The senior author is Jay Gottfried, professor of neurology at Feinberg.
Northwestern scientists first discovered these differences in brain activity while studying seven patients with epilepsy who were scheduled for brain surgery. A week prior to surgery, a surgeon implanted electrodes into the patients’ brains in order to identify the origin of their seizures. This allowed scientists to acquire electro-physiological data directly from their brains. The recorded electrical signals showed brain activity fluctuated with breathing. The activity occurs in brain areas where emotions, memory and smells are processed.
This discovery led scientists to ask whether cognitive functions typically associated with these brain areas — in particular fear processing and memory — could also be affected by breathing.
The amygdala is strongly linked to emotional processing, in particular fear-related emotions. So scientists asked about 60 subjects to make rapid decisions on emotional expressions in the lab environment while recording their breathing. Presented with pictures of faces showing expressions of either fear or surprise, the subjects had to indicate, as quickly as they could, which emotion each face was expressing.
When faces were encountered during inhalation, subjects recognized them as fearful more quickly than when faces were encountered during exhalation. This was not true for faces expressing surprise. These effects diminished when subjects performed the same task while breathing through their mouths. Thus the effect was specific to fearful stimuli during nasal breathing only.
In an experiment aimed at assessing memory function — tied to the hippocampus — the same subjects were shown pictures of objects on a computer screen and told to remember them. Later, they were asked to recall those objects. Researchers found that recall was better if the images were encountered during inhalation.
The findings imply that rapid breathing may confer an advantage when someone is in a dangerous situation, Zelano said.
“If you are in a panic state, your breathing rhythm becomes faster,” Zelano said. “As a result you’ll spend proportionally more time inhaling than when in a calm state. Thus, our body’s innate response to fear with faster breathing could have a positive impact on brain function and result in faster response times to dangerous stimuli in the environment.”
Another potential insight of the research is on the basic mechanisms of meditation or focused breathing. “When you inhale, you are in a sense synchronizing brain oscillations across the limbic network,” Zelano noted.
Other Northwestern authors include Heidi Jiang, Guangyu Zhou, Nikita Arora, Dr. Stephan Schuele and Dr. Joshua Rosenow.
The study was supported by grants R00DC012803, R21DC012014 and R01DC013243 from the National Institute on Deafness and Communication Disorders of the National Institutes of Health.
Let the Kids Learn Through Play
TWENTY years ago, kids in preschool, kindergarten and even first and second grade spent much of their time playing: building with blocks, drawing or creating imaginary worlds, in their own heads or with classmates. But increasingly, these activities are being abandoned for the teacher-led, didactic instruction typically used in higher grades. In many schools, formal education now starts at age 4 or 5. Without this early start, the thinking goes, kids risk falling behind in crucial subjects such as reading and math, and may never catch up.
The idea seems obvious: Starting sooner means learning more; the early bird catches the worm.
But a growing group of scientists, education researchers and educators say there is little evidence that this approach improves long-term achievement; in fact, it may have the opposite effect, potentially slowing emotional and cognitive development, causing unnecessary stress and perhaps even souring kids’ desire to learn.
One expert I talked to recently, Nancy Carlsson-Paige, a professor emerita of education at Lesley University in Cambridge, Mass., describes this trend as a “profound misunderstanding of how children learn.” She regularly tours schools, and sees younger students floundering to comprehend instruction: “I’ve seen it many, many times in many, many classrooms — kids being told to sit at a table and just copy letters. They don’t know what they’re doing. It’s heartbreaking.”
The stakes in this debate are considerable. As the skeptics of teacher-led early learning see it, that kind of education will fail to produce people who can discover and innovate, and will merely produce people who are likely to be passive consumers of information, followers rather than inventors. Which kind of citizen do we want for the 21st century?
In the United States, more academic early education has spread rapidly in the past decade. Programs like No Child Left Behind and Race to the Top have contributed to more testing and more teacher-directed instruction.
Another reason: the Common Core State Standards, a detailed set of educational guidelines meant to ensure that students reach certain benchmarks between kindergarten and 12th grade. Currently, 43 states and the District of Columbia have adopted both the math and language standards.
By many measures, American educational achievement lags behind that of other countries; at the same time, millions of American students, many of them poor and from minority backgrounds, remain far below national norms. Advocates say that starting formal education earlier will help close these dual gaps.
But these moves, while well intentioned, are misguided. Several countries, including Finland and Estonia, don’t start compulsory education until the age of 7. In the most recent comparison of national educational levels, the Program for International Student Assessment, both countries ranked significantly higher than the United States on math, science and reading.
Of course, these countries are smaller, less unequal and less diverse than the United States. In such circumstances, education poses fewer challenges. It’s unlikely that starting school at 7 would work here: too many young kids, disadvantaged or otherwise, would probably end up watching hours of TV a day, not an activity that promotes future educational achievement. But the complexities of the task in this country don’t erase a fundamental fact that overly structured classrooms do not benefit many young children.
Some research indicates that early instruction in reading and other areas may help some students, but these boosts appear to be temporary. A 2009 study by Sebastian P. Suggate, an education researcher at Alanus University in Germany, looked at about 400,000 15-year-olds in more than 50 countries and found that early school entry provided no advantage. Another study by Dr. Suggate, published in 2012, looked at a group of 83 students over several years and found that those who started at age 5 had lower reading comprehension than those who began learning later.
Other research has found that early didactic instruction might actually worsen academic performance. Rebecca A. Marcon, a psychology professor at the University of North Florida, studied 343 children who had attended a preschool class that was “academically oriented,” one that encouraged “child initiated” learning, or one in between. She looked at the students’ performance several years later, in third and fourth grade, and found that by the end of the fourth grade those who had received more didactic instruction earned significantly lower grades than those who had been allowed more opportunities to learn through play. Children’s progress “may have been slowed by overly academic preschool experiences that introduced formalized learning experiences too early for most children’s developmental status,” Dr. Marcon wrote.
Nevertheless, many educators want to curtail play during school. “Play is often perceived as immature behavior that doesn’t achieve anything,” says David Whitebread, a psychologist at Cambridge University who has studied the topic for decades. “But it’s essential to their development. They need to learn to persevere, to control attention, to control emotions. Kids learn these things through playing.”
Over the past 20 years, scientists have come to understand much more about how children learn. Jay Giedd, a neuroscientist at the University of California, San Diego, has spent his career studying how the human brain develops from birth through adolescence; he says most kids younger than 7 or 8 are better suited for active exploration than didactic explanation. “The trouble with over-structuring is that it discourages exploration,” he says.
Reading, in particular, can’t be rushed. It has been around for only about 6,000 years, so the ability to transform marks on paper into complex meaning is not pre-wired into the brain. It doesn’t develop “naturally,” as do other complex skills such as walking; it can be fostered, but not forced. Too often that’s what schools are trying to do now. This is not to suggest that we shouldn’t increase access to preschool, and improve early education for disadvantaged children. But the early education that kids get — whatever their socioeconomic background — should truly help their development. We must hope that those who make education policy will start paying attention to this science.
David Kohn is a freelance science writer based in Baltimore.
Bırakın Çocuklar Oynayarak Öğrensin!
Bundan 20 yıl önce çocuklar, anaokulunda hatta ilkokul birinci ve ikinci sınıfta zamanlarının çoğunu oyun oynayarak geçiriyordu. Blokları diziyorlar, resimler çiziyorlar ya da kendi kafalarında veya sınıf arkadaşlarıyla hayali dünyalar yaratıyorlardı. Ancak giderek bu aktiviteler yerini daha yüksek sınıflardaki gibi öğretmen kontrolünde verilen didaktik ders anlatımına bıraktı. Pek çok okulda formal eğitim artık 4 ya da 5 yaşında başlıyor.
Ve bugün şu düşünce giderek yayılmaya başladı: Bu kadar erken yaşta başlamazlarsa, çocuklar okuma ve matematik gibi önemli konularda geri kalma ve bir daha asla diğerlerini yakalayamama riskine girer. Bu düşüncenin dayanağı da şu: Erken başlamak demek daha fazla öğrenmek demektir. Erken kalkan yol alır.
Ancak sayıları her geçen gün artan pek çok bilim insanı, eğitim araştırmacısı ve eğitimci, bu yaklaşımın uzun vadeli başarıyı geliştirdiğine dair ellerinde çok az kanıt olduğunu, aksine tam tersi bir etki yaratabildiğini belirtiyor. Duygusal ve bilişsel gelişimi potansiyel olarak yavaşlatmak, gereksiz strese sebep oluyor ve belki de çocukların öğrenme arzusunu yok ediyor.
Geçtiğimiz günlerde konuştuğum Lesley Üniversitesi profesörlerinden Nancy Carlsson-Paige, bu trendi “çocukların nasıl öğrendiğine dair derin bir yanılgı” olarak görüyor. Carlsson-Paige, düzenli olarak okulları ziyaret ediyor ve küçük çocukların kendilerine anlatılan dersleri kavramak için adeta “kıvrandıklarını” görüyor: “Çok ama çok fazla sınıfta, çok ama çok fazla kez şahit oldum buna. Çocuklara bir masaya oturmaları ve sadece harfleri aynen yazmaları bekleniyor. Ne yaptıklarını bile bilmiyorlar. Gerçekten çok üzücü bir görüntü.”
Erken yaşta öğretmen kontrolünde akademik eğitimden şüphe duyanların da görebildiği gibi, bu tür bir eğitim keşfedebilen ve inovasyon yapabilen insanlar yetiştirmek konusunda başarısız olacak ve sadece pasif bilgi tüketicisi olan, yeni şeyler keşfeden değil başkalarını takip eden insanlar üretecek. 21. yüzyıl için hayal ettiğimiz insanlar hangileri peki?
Son 10 yılda, özellikle Amerika’da, daha akademik bir erken çocukluk dönemi eğitimi hızlı bir şekilde yaygınlaşmaya başladı. “Hiçbir Çocuk Geri Kalmasın” ve “Zirveye Yarış” gibi programlar daha fazla teste ve daha fazla doğrudan ders anlatımına katkı sağladı.
Didaktik eğitim yaklaşımına doğru yön değiştiren bu değişim, iki baskı yaratan problemi çözme girişimi aslında.
Yapılan tüm ölçümlerde Amerika’nın eğitim başarısı diğer pek çok ülkenin gerisinde kalıyor. Aynı zamanda milyonlarca Amerikalı öğrenci – çoğu yoksul ve azınlık olan – ulusal standartların çok altında bir başarı gösteriyor. Erken dönemde akademik eğitim savunucuları, formal eğitime erken başlamanın bu iki açığı kapatmaya yardımcı olacağını söylüyor.
Ancak bu hareketler, iyi niyetlerle yapılıyor bile olsa, yanlışlar. Bazı ülkeler, Finlandiya ve Estonya dahil, zorunlu eğitime 7 yaşından önce başlamıyor. En güncel ulusal eğitim düzeyleri karşılaştırmalarında, her iki ülke de matematik, fen ve okumada Amerika’dan belirgin bir şekilde daha yüksek sıralarda yer aldılar.
Elbette bu ülkeler daha küçük, daha eşit ve daha az çeşitliliğe sahip ülkeler Bu gibi durumlarda eğitimin sorunları da daha az olur. Okula başlama yaşının 7 olması Amerika’da pek olası değil: çok sayıda küçük çocuk, yoksul ya da değil fark etmez, muhtemelen gününü saatlerce televizyon karşısında geçirecek ve gelecekteki eğitim başarısına katkıda bulunacak hiçbir aktivite yapmayacaktır. Ancak yine de bütün bunlar aşırı akademik eğitimle yapılandırılmış sınıfların küçük çocuklara fayda sağlamayacağı gerçeğini değiştirmiyor.
Bazı araştırmalar ise okuma ve diğer alanlara yönelik erken yaşlarda yapılan derslerin öğrencilere yardımı dokunabileceğini söylüyor. Ancak bu olumlu etki geçici maalesef. 2009 yılında Almanya Alanus Üniversitesi’nin eğitim araştırmacılarından Sebastian P. Suggate, 50’den fazla ülkedeki 15 yaşındaki 400 bin çocuğu değerlendirerek erken yaşta okula başlamanın hiçbir avantaj sağlamadığını buldu. Dr. Suggate tarafından 2012 yılında yayınlanan bir başka araştırma ise 83 öğrenciden oluşan bir grubu birkaç yıl boyunca değerlendirdi. Araştırmanın sonunda 5 yaşında okumayı öğrenmeye başlayan çocukların, daha geç yaşta öğrenmeye başlayan çocuklara göre okuduğunu anlama konusunda daha kötü olduklarını buldu.
Tüm bu bilimsel verilere rağmen eğitimciler okuldaki oyun zamanını kısaltmak istiyor. “Oyun genellikle bir yere ulaşmayan olgunlaşmamış bir davranış olarak algılanıyor” diyor bu konu hakkında yıllardır çalışan psikolog David Whitebread. “Oysa gelişimleri için gerekli. Sebat etmeyi, dikkatlerini kontrol etmeyi, duygularını kontrol etmeyi öğrenmeleri gerekiyor. Çocuklar bunları oyun aracılığıyla öğreniyorlar.”
Geçtiğimiz 20 yıl içinde bilim insanları çocukların nasıl öğrendiğini daha iyi anlamaya başladı. Kaliforniya Üniversitesi nörobilim uzmanı Jay Giedd, bütün kariyerini insan beyninin doğumdan ergenliğe kadar nasıl geliştiğini araştırmaya adadı. Giedd, 7 ya da 8 yaşından daha küçük olan çocukların çoğunun didaktik açıklama yerine aktif keşfe daha uygun olduklarını söylüyor. “Aşırı akademik eğitimin yarattığı bir diğer sorun da çocukların keşfetme isteğini azaltması.”
Özellikle okuma aceleye getirilemiyor. Okuma, mesela yürüme gibi “doğal” olarak gelişmiyor. Çünkü insanoğlu sadece 6000 yıldır okuyabiliyor. Okumak teşvik edilebilir ama zorlanamaz bir şey. Oysa bugün okullar bunu sıklıkla yapıyor.
Anaokuluna erişimi yaygınlaştırmayalım ya da yoksul çocuklar için okul öncesi eğitimi geliştirmeyelim demiyorum elbette. Ancak çocukların aldığı erken dönem eğitimi – hangi sosyo-ekonomik sınıftan gelirlerse gelsinler – onların gelişimlerine gerçekten yardım etmelidir. Bunun için de eğitimcilerin ve politikacıların bilime ve var olan bilimsel kanıtlara daha fazla kulak vermesini umut etmeliyiz.